Anne mi çocuktan, çocuk mu anneden-Damla Çeliktaban

Gonca Anıl

New member
"Her insanın derininde kendinden az çok gizlediği, içinde çocukluk dramının aksesuarlarının bulunduğu bir arka odası vardır. Kimseyi sokmadığı bu gizli odaya mutlaka girecek olanlar yalnız kendi çocuklarıdır" diyor Alice Miller"Yetenekli Çocuğun Dramı" isimli kitabında...

Bence bir yazıya başlamak için harika bir alıntı. Lakin pek açık değil neden bahsettiği. Bahsettiği şey çok geniş, çok derin, çok katmanlı ama üzerinde neredeyse kimsenin konuşmadığı bir şey. Anne-baba olarak çocuklarımız için saçlarımızı süpürge ettiklerimiz, geceleri uyuyamadıklarımız, hastalandıklarında başlarında beklediklerimizden bahsetmeyi pek severiz. Biz kendi halimizde yaşayıp giderken küçük bir insan gelip düşmüştür yetişkinlik yaşantımızın içine ve bundan fedakârlık üstüne fedakârlık yaparken bulmuşuzdur kendimizi. Sanki hep böyledir. Sanki hep o çocuk bizim sayemizde var olmuştur da bize borçludur nefesini, varlığını... Eh bir miktar öyledir. Ama tam tersidir de. Şöyle mesela:

“Çocuk kendini kullandırmaya açıktır; annenin yankısı olmaya hazırdır, kontrol edilmeye uygundur, tamamen anneye odaklanmıştır, onu asla terk etmez, ona ilgi ve hayranlık duyar.”

Evet, böyle işte. Özellikle ergenliğe kadar olan yıllarda; zaman içinde yavaş yavaş azalarak da olsa çocuklar annelerine bağımlıdır. Bu bağımlılık onların yaşamı sürdürmeleri için elzem olduğundan, bir şekilde anneye hoş görünme çabasını da kapsar. Anne çocuğu severse çocuğun hayatta kalması daha garantidir. Peki bu sevgi, koşulsuz bir sevgi midir gerçekten?..

Öyle zannederiz ya genelde. Aslında değildir çoğunlukla. Mesela uslu durduğu müddetçe severiz bazen çocukları, bağırıp çağırmadığı, öfkesini ifade etmediği, ağlayıp tepinmediği, bizi ele güne rezil etmediği zamanlarda severiz daha çok. Çünkü biz de öyle sevilmişiz çocukken. Uslu durduğumuz, annemize hayran olduğumuz, onun işlerini zorlaştırmadığımız zamanlar daha çok sevilmişiz. Böylece; çocukluk çağının tüm zekâsı ve koşullara uyum sağlama yeteneğiyle annemiz bizi nasıl sevecekse öyle olmayı öğrenmişiz. Öfkesiz, uslu, bağırtısız, taşkınlıklar olmadan, hayal kırıklıklarını açık etmeden. Koşulsuz mu şimdi bu sevgi?

“Anne, kendi annesine karşı çıkamamışsa, şimdi çocuğuna karşı çıkabilir ve kendine eziyet edilmesini engeller; bu amaçla çocuğunu bağırmaması ve kendini rahatsız etmemesi için terbiye eder. Çünkü bilinç dışına itilen olgular çözülemediğinde ana-babanın çocukluğuna egemen olan trajedi, bilincine varmadan onların çocuklarıyla ilişkilerinde devam eder.”

Miller’ın kitabında bahsettiği çocuk böyle bir çocuk. Yoksa piyanodaki yeteneğiyle kraliyet akademisini kazanan türden bir yetenek değil. Akıllı, uslu çocuk... Annesinin-babasının zayıf yönlerini, tetiklendiği noktaları, ona asla anlatılmamış olsa da yaşadıkları trajedileri sezen ve onların istediği gibi olarak, bir yandan onlara bakım veren bir yandan da onlardan sevgi almayı garantileyen bir çocuk. Ona, çocukluk anıları sorulduğunda “Mutlu bir çocukluk geçirdim”diyen ama kendini hayatı boyunca yalnız hisseden, 30’lu yaşlardan sonra o çocukluğun hakikatine, hayran olduğu anne babanın gerçek hallerine vâkıf olmak ve onları oldukları gibi kabul edebilmek için maaşını terapi seanslarına döken, gerçek duygularına ulaşması seneler süren çocuk-yetişkinler... Bizler.

Koşulsuz sevgi öyle bir şey ki yalnızca gerçekten ihtiyaç olduğu zaman, yani çocuklukta doyurulabiliyor. Öyle bir şey ki çocuklukta alınmadı mı yetişkin olunca kimseye de verilemiyor; ancak “mış gibi” olabiliyor. Bu da kırılmayan bir döngüye; nesiller boyunca aktarılan aynı arızalara sebep oluyor... Kısırdöngüden çıkmanın tek yolu, kendine ayna tutmak. Aksi halde hiçbir ebeveynlik yöntemi, senesi on binlerce liralar tutan okullar, kurslar, seyahatler, saçı süpürge etmeler, hayatından memnun, sağlıklı bir insan yetiştirme işine yaramıyor.

Sen o aynayı tutmadıkça, kırılmayan döngü bir sonraki nesilde yeniden başlıyor...

İşte bu kitap, bunları anlatıyor.

Damla Çeliktaban- Hthayat
 

Beyazgül

New member
"Her insanın derininde kendinden az çok gizlediği, içinde çocukluk dramının aksesuarlarının bulunduğu bir arka odası vardır. Kimseyi sokmadığı bu gizli odaya mutlaka girecek olanlar yalnız kendi çocuklarıdır" diyor Alice Miller"Yetenekli Çocuğun Dramı" isimli kitabında...

Bence bir yazıya başlamak için harika bir alıntı. Lakin pek açık değil neden bahsettiği. Bahsettiği şey çok geniş, çok derin, çok katmanlı ama üzerinde neredeyse kimsenin konuşmadığı bir şey. Anne-baba olarak çocuklarımız için saçlarımızı süpürge ettiklerimiz, geceleri uyuyamadıklarımız, hastalandıklarında başlarında beklediklerimizden bahsetmeyi pek severiz. Biz kendi halimizde yaşayıp giderken küçük bir insan gelip düşmüştür yetişkinlik yaşantımızın içine ve bundan fedakârlık üstüne fedakârlık yaparken bulmuşuzdur kendimizi. Sanki hep böyledir. Sanki hep o çocuk bizim sayemizde var olmuştur da bize borçludur nefesini, varlığını... Eh bir miktar öyledir. Ama tam tersidir de. Şöyle mesela:

“Çocuk kendini kullandırmaya açıktır; annenin yankısı olmaya hazırdır, kontrol edilmeye uygundur, tamamen anneye odaklanmıştır, onu asla terk etmez, ona ilgi ve hayranlık duyar.”

Evet, böyle işte. Özellikle ergenliğe kadar olan yıllarda; zaman içinde yavaş yavaş azalarak da olsa çocuklar annelerine bağımlıdır. Bu bağımlılık onların yaşamı sürdürmeleri için elzem olduğundan, bir şekilde anneye hoş görünme çabasını da kapsar. Anne çocuğu severse çocuğun hayatta kalması daha garantidir. Peki bu sevgi, koşulsuz bir sevgi midir gerçekten?..

Öyle zannederiz ya genelde. Aslında değildir çoğunlukla. Mesela uslu durduğu müddetçe severiz bazen çocukları, bağırıp çağırmadığı, öfkesini ifade etmediği, ağlayıp tepinmediği, bizi ele güne rezil etmediği zamanlarda severiz daha çok. Çünkü biz de öyle sevilmişiz çocukken. Uslu durduğumuz, annemize hayran olduğumuz, onun işlerini zorlaştırmadığımız zamanlar daha çok sevilmişiz. Böylece; çocukluk çağının tüm zekâsı ve koşullara uyum sağlama yeteneğiyle annemiz bizi nasıl sevecekse öyle olmayı öğrenmişiz. Öfkesiz, uslu, bağırtısız, taşkınlıklar olmadan, hayal kırıklıklarını açık etmeden. Koşulsuz mu şimdi bu sevgi?

“Anne, kendi annesine karşı çıkamamışsa, şimdi çocuğuna karşı çıkabilir ve kendine eziyet edilmesini engeller; bu amaçla çocuğunu bağırmaması ve kendini rahatsız etmemesi için terbiye eder. Çünkü bilinç dışına itilen olgular çözülemediğinde ana-babanın çocukluğuna egemen olan trajedi, bilincine varmadan onların çocuklarıyla ilişkilerinde devam eder.”

Miller’ın kitabında bahsettiği çocuk böyle bir çocuk. Yoksa piyanodaki yeteneğiyle kraliyet akademisini kazanan türden bir yetenek değil. Akıllı, uslu çocuk... Annesinin-babasının zayıf yönlerini, tetiklendiği noktaları, ona asla anlatılmamış olsa da yaşadıkları trajedileri sezen ve onların istediği gibi olarak, bir yandan onlara bakım veren bir yandan da onlardan sevgi almayı garantileyen bir çocuk. Ona, çocukluk anıları sorulduğunda “Mutlu bir çocukluk geçirdim”diyen ama kendini hayatı boyunca yalnız hisseden, 30’lu yaşlardan sonra o çocukluğun hakikatine, hayran olduğu anne babanın gerçek hallerine vâkıf olmak ve onları oldukları gibi kabul edebilmek için maaşını terapi seanslarına döken, gerçek duygularına ulaşması seneler süren çocuk-yetişkinler... Bizler.

Koşulsuz sevgi öyle bir şey ki yalnızca gerçekten ihtiyaç olduğu zaman, yani çocuklukta doyurulabiliyor. Öyle bir şey ki çocuklukta alınmadı mı yetişkin olunca kimseye de verilemiyor; ancak “mış gibi” olabiliyor. Bu da kırılmayan bir döngüye; nesiller boyunca aktarılan aynı arızalara sebep oluyor... Kısırdöngüden çıkmanın tek yolu, kendine ayna tutmak. Aksi halde hiçbir ebeveynlik yöntemi, senesi on binlerce liralar tutan okullar, kurslar, seyahatler, saçı süpürge etmeler, hayatından memnun, sağlıklı bir insan yetiştirme işine yaramıyor.

Sen o aynayı tutmadıkça, kırılmayan döngü bir sonraki nesilde yeniden başlıyor...

İşte bu kitap, bunları anlatıyor.

Damla Çeliktaban- Hthayat

Çok güzel ifade etmişsiniz çok samimi... Allah razı olsun :)
 
Üst