Değerli [MENTION=5487]eff[/MENTION]
Çok güzel ve ince bir konuya değinmişsiniz. Ne kadar güzel bunları tartışabiliyor olmamız
Bir hatırasını anlatmıştı Adem Hoca. Çocukları bir yanlış davranış yapmış. Bunun üzerine o gün Adem Hoca evden çıkıp giderken, her zaman yaptığı bir şeyde bir değişiklik yapmış. Her gün evden çıktığında, çocuklar camda babalarını beklermiş. O da apartmandan çıktığı sırada başını evin camına doğru çevirip, onlara selam verip el sallarmış. O gün, gene apartmandan çıkmış, başını çevirmiş, onlara bakmış... Ama el sallamadan başını geri çevirip yoluna devam etmiş.
Şimdi burada "pedagojik tik" diye tarif edilen bir tutum var ya, işte tam da o var sanırım. Yani çocuğa yaşamın sınırlarını gösterirken, zaman zaman ısrarla çizgiye vurgu yapmak gerekiyor. Çizginin diğer tarafına geçtiğinde, oranın "diğer taraf" olduğunu ısrarla fark ettirmemiz gerekiyor. Bunu bilmek çocuğun hakkı çünkü.
Ancak biliyor musunuz, aslında mesele bizim hangi davranışta bulunduğumuz falan bile değilmiş gibi geliyor. Çocuk yanlış yaptığı sırada, ona rehberlik eden yetişkin hangi ruh haline bürünüyor, işte bu ruh hali belirliyor ceza olup olmadığını... Ya da pedagojik tik olup olmadığını...
Mesela çocuk bir yanlışta ısrarla devam ettiği zaman, yanlış yapıyor olması o yetişkinin tahammülünü zorluyor, içinde daralmaya neden oluyorsa, bu yetişkinin davranışı her ne olursa olsun şiddet içerecektir ve çocuk ruhuna zarar verecektir muhtemelen. Dolayısıyla ceza olacaktır. Örneğin "Ama daha önce de konuşmuştuk, bunu böyle yapmayacaktık" diye bir cümle kurdu yetişkin. Bu cümleyi, hem çocuk ruhunu yaralayabilecek, hem de hiç yaralamayacak şekilde söyleyebiliriz değil mi? Burada ses kaydı olsaydı şimdi ikisini de söyleyerek kaydederdim buraya
Ya da mesela çocuk camdan aşağıya doğru sarkıyor olduğu bir halde yakasından tutup içeri doğru çektiğimiz bir durumu düşünelim. Davranış olarak bakacak olsak, şiddetle çocuğun yakasından tutup çekme fiili var burada. Ama yetişkinin ruh hali koruyucu şefkat duygusu ile bunu yapıyorsa, hiç de çocuğun kalbini yaralamaz, değil mi?
Yani çocuğun ruhunda acı uyandıran şey, çoğunlukla kullandığımız kelimeleri, yaptığımız fiilleri aşıyor değerli [MENTION=5487]eff[/MENTION] . Bunun ötesinde, yetişkinin içindeki ruh hali yansıyor davranışlarımızdan. Tahammülsüzlüğümüz, daralmışlığımız yansıyor. Bunlar acıtıyor çocuğu... En pamuk gibi kelimeleri kullanmış olsak bile...
Tabi bunlarla birlikte davranışları ve iletişim şeklini hiçe sayıyor değilim. Bunlar bir araç. Dingin ruh halinizi çocuğa aktarmak için bir araç... Ancak içimizde dinginlik olmadığı sürece, araçlardan fayda gelmiyor demek istedim.
Aslında bu konu ile ilgili ilginç bir tecrübem oldu. İnşallah onu da ayrı bir cevap mesajı olarak yazayım, burayı daha fazla uzatmayayım. İsterseniz bu paylaştıklarım içinden aklınıza yatmayanları da siz paylaşın ki, içimizde netleştirmiş olalım mesajınız vesilesi ile
Tamam ceza vermiyoruz anladık orasını. Peki mahrum bırakma! Buna da mi hayır? Sevdiği bir şeyi elinden alma? Bu da mi yok. Ya da oyundan çekip yerine oturtma. Ödev yapmayınca onunla oyun oynamama? Habire derste konuşan öğrenciye verdigim gorevi elinden almak. Bu da mi olmaz? Tüm uyarılara rağmen Kapiyi masayi duvari karalayan çizen cocuga bir sure o boyalari vermemek de mi olmuyor? Sürekli arkadaşlarına vuran tüküren öğrenciye kurallarimiz var çocuk, vuramazsin, tukuremezsin, otur sen sıranda resim yap demek de mi yannllissss? Montumu giymeyecem diye tutturunca çıkmıyoruz tamam dışarı demek de mi gol değil?
Hiç mi yaptırım yok bu Anadolu Pedagojisinde kardeşim! Acaba Adem Beyin çocukları var mi merak ettim. Ya da öğretmenlik yaptı mi!