savaşçı
New member
Bir öğretmen arkadaş ile ayaküstü sohbet ediyorduk, Hocam, sizin anlattığınız her şeyi harfi ile yerine getiriyorum. Öğrencilerime ne baskı kuruyorum, ne de ceza vererek aşağılıyorum. Onlarla güzel bir bağ kurduğumu da düşünüyorum. Ama yine de derste anlattığım konular bir süre sonra unutuluyor, kalıcı olmuyor. Bu da beni üzüyor dedi.
Kendisine, Öğrencilerinize hangi erişim düzeyinde ders anlatıyorsunuz? diye sordum. Nasıl yani... diye cevap verdi.
Şöyle ki, kişinin bilgiye erişimi, duyu organları vasıtası iledir, göz, kulak, dil, burun ve ten... Bunlar, bilgiye erişim düzeyini belirler.
Bir eğitici, öğrencisine hangi erişim düzeyinde hitap ediyorsa, bilgi o erişim düzeyinin derinlik boyutunda içtenleşir.
Edinerek öğrenmenin 3 derinlik boyutu vardır.
1-Yüzeysel Temas
2-İçsel Öğrenme
3-Kalıcı Edinim
Yüzeysel temas, İşitme ve görme duyusu vasıtası ile çocuğa bilgi aktarmaya çalışmaktır. Örneğin, bir öğretmenin tahtaya çıkıp, öğrencilerine sözel olarak ders anlaması, anlattığı dersin içeriğini de görsel olarak desteklemesi, öğrencileri ancak yüzeysel temas derinliğinde bilgiye eriştirir. Böylesi bir öğrenme geçicidir.
Hâlbuki minimum düzeyde bir kalıcı öğrenme için en az üç duygu organı işlevsel olmalıdır. Bir başka deyişle, öğretmen, öğrencisinin hem gözü, hem kulağına hitap ettiği gibi, anlattığı dersin özelliğine göre, dokunma, tatma, koklama gibi, öğrencisinin en az bir duygu organını daha deveye sokacak çözüm üretmesi gerekir.
Ayaküstü sohbet ettiğim arkadaş, birden tebessüm ederek, Hocam matematik dersinde üçüncü duyu organını nasıl devreye sokabilirim ki, ne rakamları koklatabilirim ne de tattırabilirim. dedi.
Kendisine bence yanılıyorsunuz hocam dedim. Eğer biraz farklı düşünürseniz üçüncü bir duyu organını da devreye sokacak çözümler üretebilirsiniz. Örneğin, siz 2nci sınıf öğretmenisiniz. Bu yaştaki çocuklar kokuya karşı duyarlıdır. Her bir rakamı ayrı bir kokulu mumdan yaptırırsanız, çocuklar rakamları tahtada yazdığınız hali ile değil, bir de her bir rakamı kendisine has kokusu ile duyarsa, öğrenme düzeyini yüzeysel temastan, içsel öğrenmeye çıkartmış olursunuz.
Ama bu uzun iş hocam! dedi.
Evet, eğitim uzun ve ciddi bir iş... Pedagojinin temel prensiplerinden yararlanılmazsa, hem çocuğun hem de eğiticinin yıprandığı bir iş.
Sanırım bu konuşma, kendisinde yeni yeni düşünme pencereleri açmış olacak ki, Peki rakamları tahtaya yazmasak da çocuğun eline versek, o zaman yine 3üncü duyu organını devreye sokmuş olur muyuz? diye sordu.
Evet, çok basit gibi gelse de ahşaptan yapılmış ve artık neredeyse pazarlarda satılır hâle gelen rakamları çocuğun eline vermek, öğrenme seviyesini içsel öğrenmeye dönüştürür.
Hatta ahşap rakamların her birinin üzerine ayrı koku sürseniz ve öğrencilere, Bunun adı 5 diye gösterseniz... Sonra da çocukların ellerine verip bu rakamla tensel temas etmelerine ve koklamalarına zaman tanısanız, 4 duygu organını işlevsel hâle getirdiğiniz için, öğrenme boyutu, kalıcı edinim düzeyine çıkar.
Bu, sadece ilkokul seviyesinde matematik dersi için değil, her öğrenme düzeyinde kullanılacak temel pedagojik prensiptir.
Örneğin, tarih dersinde hem görsel hem işitsel materyaller kullanıldığı gibi, anlatılan tarihî olayların geçtiği mekânları ziyaret etmek... Coğrafya dersinde Konya Ovasını resimlerle anlatmak değil, bizzat yerinde görmek... Fen dersinde laboratuvar etkinliği için her çocuğa yeterince izin vermek, öğrenme düzeyinin kalıcı edinime çıkarılması anlamına gelir.
Ayaküstü sohbet ettiğim öğretmen arkadaş, Peki şuna ne demeli? Ben, öğrencilerime ders anlatırken kendim de öğreniyorum. Bu hangi düzeye girer? diye espri yaptı.
Dil, sadece tat almak değil, aynı zamanda konuşma eyleminin yöneticisi olduğu için, konuşan kişi aynı zamanda öğrenen kişidir.
Bir başka deyişle her öğretmen aynı zamanda kendisinin öğrencisidir...
- See more at: http://ademgunes.com/kose-yazilari/17/154/kalici-ogrenmenin-3-derinlik-boyutu-5#sthash.R2uBPATj.dpuf
Kendisine, Öğrencilerinize hangi erişim düzeyinde ders anlatıyorsunuz? diye sordum. Nasıl yani... diye cevap verdi.
Şöyle ki, kişinin bilgiye erişimi, duyu organları vasıtası iledir, göz, kulak, dil, burun ve ten... Bunlar, bilgiye erişim düzeyini belirler.
Bir eğitici, öğrencisine hangi erişim düzeyinde hitap ediyorsa, bilgi o erişim düzeyinin derinlik boyutunda içtenleşir.
Edinerek öğrenmenin 3 derinlik boyutu vardır.
1-Yüzeysel Temas
2-İçsel Öğrenme
3-Kalıcı Edinim
Yüzeysel temas, İşitme ve görme duyusu vasıtası ile çocuğa bilgi aktarmaya çalışmaktır. Örneğin, bir öğretmenin tahtaya çıkıp, öğrencilerine sözel olarak ders anlaması, anlattığı dersin içeriğini de görsel olarak desteklemesi, öğrencileri ancak yüzeysel temas derinliğinde bilgiye eriştirir. Böylesi bir öğrenme geçicidir.
Hâlbuki minimum düzeyde bir kalıcı öğrenme için en az üç duygu organı işlevsel olmalıdır. Bir başka deyişle, öğretmen, öğrencisinin hem gözü, hem kulağına hitap ettiği gibi, anlattığı dersin özelliğine göre, dokunma, tatma, koklama gibi, öğrencisinin en az bir duygu organını daha deveye sokacak çözüm üretmesi gerekir.
Ayaküstü sohbet ettiğim arkadaş, birden tebessüm ederek, Hocam matematik dersinde üçüncü duyu organını nasıl devreye sokabilirim ki, ne rakamları koklatabilirim ne de tattırabilirim. dedi.
Kendisine bence yanılıyorsunuz hocam dedim. Eğer biraz farklı düşünürseniz üçüncü bir duyu organını da devreye sokacak çözümler üretebilirsiniz. Örneğin, siz 2nci sınıf öğretmenisiniz. Bu yaştaki çocuklar kokuya karşı duyarlıdır. Her bir rakamı ayrı bir kokulu mumdan yaptırırsanız, çocuklar rakamları tahtada yazdığınız hali ile değil, bir de her bir rakamı kendisine has kokusu ile duyarsa, öğrenme düzeyini yüzeysel temastan, içsel öğrenmeye çıkartmış olursunuz.
Ama bu uzun iş hocam! dedi.
Evet, eğitim uzun ve ciddi bir iş... Pedagojinin temel prensiplerinden yararlanılmazsa, hem çocuğun hem de eğiticinin yıprandığı bir iş.
Sanırım bu konuşma, kendisinde yeni yeni düşünme pencereleri açmış olacak ki, Peki rakamları tahtaya yazmasak da çocuğun eline versek, o zaman yine 3üncü duyu organını devreye sokmuş olur muyuz? diye sordu.
Evet, çok basit gibi gelse de ahşaptan yapılmış ve artık neredeyse pazarlarda satılır hâle gelen rakamları çocuğun eline vermek, öğrenme seviyesini içsel öğrenmeye dönüştürür.
Hatta ahşap rakamların her birinin üzerine ayrı koku sürseniz ve öğrencilere, Bunun adı 5 diye gösterseniz... Sonra da çocukların ellerine verip bu rakamla tensel temas etmelerine ve koklamalarına zaman tanısanız, 4 duygu organını işlevsel hâle getirdiğiniz için, öğrenme boyutu, kalıcı edinim düzeyine çıkar.
Bu, sadece ilkokul seviyesinde matematik dersi için değil, her öğrenme düzeyinde kullanılacak temel pedagojik prensiptir.
Örneğin, tarih dersinde hem görsel hem işitsel materyaller kullanıldığı gibi, anlatılan tarihî olayların geçtiği mekânları ziyaret etmek... Coğrafya dersinde Konya Ovasını resimlerle anlatmak değil, bizzat yerinde görmek... Fen dersinde laboratuvar etkinliği için her çocuğa yeterince izin vermek, öğrenme düzeyinin kalıcı edinime çıkarılması anlamına gelir.
Ayaküstü sohbet ettiğim öğretmen arkadaş, Peki şuna ne demeli? Ben, öğrencilerime ders anlatırken kendim de öğreniyorum. Bu hangi düzeye girer? diye espri yaptı.
Dil, sadece tat almak değil, aynı zamanda konuşma eyleminin yöneticisi olduğu için, konuşan kişi aynı zamanda öğrenen kişidir.
Bir başka deyişle her öğretmen aynı zamanda kendisinin öğrencisidir...
- See more at: http://ademgunes.com/kose-yazilari/17/154/kalici-ogrenmenin-3-derinlik-boyutu-5#sthash.R2uBPATj.dpuf